bugün

entry'ler (84)

üniversitelerden atılma süresi

7 yılsa işim zor aq dediğimdir.

üniversitelerden atılma süresi

bildiğim kadarıyla 7 yıldır.

saf aklın eleştirisi

şu kitabı en iyi çeviren yayınevi hangisidir, okuyan, ilgilenen varsa mesaj atabilir mi? özellikle kitap kurtlarından yayınevi önerisi istiyorum kant ve felsefi eserlerle alakalı.

ben bu yazıyı sana yazdım

iyi hadi o kadar sene aşkımın yansıması oldun madem;

dgko.

serkan inci

inci sözlük'ün yaratıcısı değildir.
caps akımının yaratıcısı değildir.

inci sözlük'ün yaratıcısı michael sikkofield'dır, angutyus'tur, qamberdesouza'dır, pazarda dildo satan adam'dır, hamdi sopayi getir'dir, feta'dır, ginobili'dir, bilo31'dir, mal adam'dır, biyikli genc forvet'tir, miami'dir. yaratan da, popülerleştiren de bu adamlardır. kendilerine özgü espri anlayışları olan, yaratıcı, farklı, akışkan olmayan adamlardır. hepsinin birleşimiyle yaratıldı inci sözlük ve gidişleriyle de öldü. zaten bazılarına da kendisi darbe yaptı, birinciye yaptığı gibi.

ha eğer illa siteyi açmak manasında deniyorsa bu söz, onu da serkan inci değil, zeykur valekov yaptı. orijinal fikir de serkan inci'den çıkmadı yani.

güzel olan her şeyi sahipleniyor ama güzel olanların hiçbirini o yaratmadı. olsa olsa şimdiki kötü, sığ, bayat inci sözlük'ün ve caps kültürünün yaratıcısı bu adam.

şuanda malum kitleyi desteklemesine de şaşmamalı, malum kitleden bir farkı yok.

lys 3 2016

baktım sorulara, öylesine girsem 53, 54 yapıyormuşum yine geçen seneki çalışmamla.

sözlük yazarlarının itirafları

10. sınıfta okula giderken serviste çalan yabancı parçalardan dinledim bugün biraz, ne hoş geldiler. eskiden sevmezdim pek. hele adele'den hiç hazzetmezdim. bugün o parçaları dinledim bayaa zaman sonra da, ne iyi parçalarmış ya. set fire to the rain, somebody that i used to know...

daha çok geçmişte kaldıkları yerden dolayı bu kadar hoşuma gittiler sanırım. o şarkıların hayatımın arka fonunda olduğu zamanlara duyduğum özlemden dolayı haz duydum. cidden güzel günlerdi çünkü. cidden özledim çünkü.

özlemek ne berbat şey.

sözlük yazarlarının itirafları

Bu tablo bir seylere ait. Bir şeylerin tasviri, bir kişinin tasviri değil ama.

Aşkın tasviri bu. Ama maşukun tasviri değil.

Bir insanın değil, bir hayalin yüzü bu.

Doğal olanın tasviri bu. Kire bulanan, sıradanlaşanın değil.

O gözler bir kişiye ait değil, o gözler bir hayale ait. O gözler temiz olan şeylere ait, insan o gözlere sahip olacak kadar temiz değil.

O üniforma, geçmişte kalan bir ana ait değil. Kişi sürekli geçmişi yaşarken şuan da şuan değil. Şuan geçmişken, geçmiş şuanken, o üniforma hala onu yaşayanlara ait.

Aşk kimseye ait değil. Hiç kimse de aşka ait değil. Aşk kirlenmemişken aşksa aşk temizliğe ait. Aşk hayallere ait.

Bu tablo bir şeylere ait. Bu tablo aşka ait, aşk da bu tabloya ait. Bir tek bu tabloya ait. Kimliksiz, zamansız bir tabloya ait. Bu tablo bir şeylerin tasviri. Bu tablo aşkın tasviri, hayallerin tasviri, temizliğin tasviri. Bir kişinin tasviri değil ama.

Bu tablo bir kişinin tasviriyse de inatla, bu tablo tablodakinin değil, ona bakanın tasviri.

---

bunu kaybetmek istemiyorum, kaybetmişken.

ben bu yazıyı sana yazdım

isterdim ki başka bir yerden yazabileyim sana bunu. isterdim ki yazmakla kalmayayım. Seni gece aramazdım rahatsız olma diye ama sabah erkenden kalkabileyim sırf seni arayabilmek için. Aramakla kalmayayım isterdim. isterdim ki gecenin bir yarısı otobüse atlayıp istanbul'a gelebileyim. Sen Kız Kulesi'ne, ben gözlerine bakabileyim öğlenin yakıcı güneşinde.

isterdim ki sen hayallerimdeki gibi ol. Belki biraz daha fazla isterdim ki hayallerinin erkeği ben olabileyim.

Hiçbiri olmadı. Olmayacak.

Beni sevmiyorken ne yanına gelebilirim, ne öğlen güneşinden yakıcı gözlerine bakabilirim. Beni sevmiyorken ve bunu çokça söylemişken seni ne telefonla arayabilirim, ne de basit sıradan bir mesaj çekebilirim. Ne gece, ne gündüz. Hatta akşamüstü bile yapamam. Yanlışlıkla süsü verip bir mesaj bile atamam. Sarhoşken arayamam. Beni sevmeyen birine bunların hiçbirini yapamam.

Bu kadar gurursuz değilim. O kadar sözden sonra gururumu hiçe sayacak değilim.

Ama seni unutacak kadar gururlu da değilim.

O yüzden buraya yazabilirim bir tek. Sen de, bir başkası da bilmeyecek. Bir ben bileceğim.

Doğum günün kutlu olsun.

attila ilhan

gözlerin gözlerime değince,
felaketim olurdu ağlardım.

beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım.

sözlük yazarlarının itirafları

buraya neredeyse hep nefret ettiğim şeyleri yazdığımı fark ettim. biraz da sevdiklerimden bahsetmeliyim. sonuçta hayat sadece kötü şeylerden ibaret değil.

yaşadığım zamanı sevmiyorum ama geçmişimi seviyorum mesela. heveslerim ve mutluluklarım geçmişte kalmış olsa da onların bir zamanlar var olduğunu hatırlamak bana nostaljik bir mutluluk veriyor çünkü.

fizy'yi seviyordum, kapanmış olması yazık oldu. birkaç tane şarkıyı seviyorum.

başka yok amk.

hayatınızın kırılma noktası

lise 3'ün ilk günü arkadaşlarımla tenefüse çıkıp kahve içmek yerine sınıfta oturup hayal kırıklıklarımı yazmaya başladığım an. sonra daha çok yazdım. daha çok düşündüm.

sözlük yazarlarının itirafları

"o kadar hiçbir şey yapmıyorum ki anlatsam anlayamazsın boşluğumu."

buraya yazmak için çaba harcayasım bile gelmiyor. yazmamın tek sebebi ise başka bir şey yapmak istememem. hiçbir şey için bir hevesim kalmadı yani, yazmak için bile. 2 yıldır sevdiğim tek şeydi yazmak. onunla bile uğraşasım gelmiyor artık. tesellilerimi kaybettim. heveslerimi kaybettim. bomboş bir hayat.

tam bir amaç peşinde olmam gereken yıllarım en amaçsız yıllarım. aksi takdirde de kendimi kandırmış olacaktım gerçi. yine de bazen insan yalandan da olsa bir şeyler için yaşamalı değil mi? diğer türlüsü böyleyken en azından.

insanlar, hayaller, umutlar... hepsinin boş olduğunu düşünmem ne yarar sağladı bilmiyorum. düşünmeyip kendimi kandırsam daha mı iyi bir yaşamım olacaktı ya da bu neye yarayacaktı bunu da bilmiyorum. aslında bazı şeyleri bilememek problemken bazılarını bilememek güzeldi. bazı şeylerin farkına varılamadığı için.

bir şeylerin farkına varmamak için hayatıma sahte bir anlam katmak da istemiyorum. sevgi, aşk, kariyer, okul... bir süre mutlu yaşayıp ardından baş ağrısı çekmek, üzerine düşünmek istemiyorum çünkü. içkiyi de bundan içmeyeceğim artık. 30 dakikalık keyif için 2 3 saat mide ağrısı falan, değmiyor.

varsa bittikten sonra baş ağrısı yapmayan bir uyuşturucunuz, önerin.

neyse,

bir şeyler olmamalıydı. sahtelik, çıkar, maddecilik, sığlık. bunlar varken bazıları tutunamıyor çünkü. en çok tutunmayı hak edenler belki de. bunu da bilmiyorum.

bu kadar basitken hayat, bir anlamsal derinliği yokken, bu yazıyı toparlamaya çalışmak da anlamsız kaçar herhalde. yazdığım gibi kalsın. böyle dağınık, karışık, boş... hayat tadında.

sözlük yazarlarının itirafları

her şey o kadar boş ki...

daha önce de denemiştim uzaklaşmayı. kendi mahallemden, sokaklarımdan, okulumdan, arkadaşlarımdan, sevdiğimden... beni kendine bağlayan, kendini sevdiren her şeyimden... uzaklaşırsam mutlu olurum sanmıştım. yanılmıştım.

şimdi şehrimden uzaklaşacağım. biliyorum, mutluluk yine çok uzak. nereye gidersem gideyim hep bir sahtelik çıkacak karşıma. hep bir anlamsızlık ya da tam tersine eskiye dair anlamlar, eski günlerimi hatırlatacak olan detaylar... özlemlerim çıkacak. geride bırakamadığım, 2 ilçe uzakta da 10 ülke ötede de karşıma çıkan özlemlerim belirecek yine gözlerimin önünde.

hayata dair içimde beliren son hayallerim yahut mutluluklarım ulaşamayacağım yılların uzaklığında. yani problem uzaklaşmak ama çözümü uzaklaşmak değil.

bir şeyler umut edebildiğim günler gideceğim tüm mesafelerden uzak.

leyla ile mecnun

kendimle özdeşleştirdiğim dizi.

ilk sezonunda gerçek bir leyla'sı vardı mecnun'un. gerçekten sevdiği, saçmaladığı, onun için her şeyi yapmaya hazır olduğu bir leyla'sı vardı. "o gemi bir gün gelecek" diyordu mecnun. leyla öldüğünde mecnun kapatmıştı aşk defterini. "yalan"dı ne duyduysa sonra.

ikinci sezon başkaları girmek istedi hayatına. mecnun için onlar leyla'nın siluetiydi yalnız. "kimi istersen onu bulursun karşında" dedi kendine. leyla'nın kalbini buldu birinde. bir diğerinde umudunu anımsamaya çalıştı. ama mecnun hiç sevemedi onları. onlarda bulduğu leyla'nın yansıması, gerçeğinin yerini bir türlü tutmadı. sonunda ikisi de anladı bu gerçeği. en önemlisi mecnun anladı bu gerçeği. üçü de ayrı yollara gitti.

üçüncü sezon bir başka leyla gelince, mecnun onu sevdiğini söyleyince izlemedim. bıraktım diziyi. mecnun "1 gün de olsa, 1 ömür de olsa" leyla'yı bekleyecekti. bu kadar kolay olmamalıydı. üçüncü sezon bitmeden dizi de bitti. benim için ikinci sezonun sonunda bitmişti zaten.

yine de hayatımda izlediğim en güzel diziydi.

kendimi bulduğum, beni anlatan tek diziydi.

keşke ilk leyla'nın dönüşünü görseydik, mecnun'un umudunun dönüşünü görseydik.

keşke burak aksak daha farklı bir hikaye düşünseydi kapanış için. daha az gerçekçi olan...

bu diziyle beraber umudum, çocukluğum, mutluluğum da bitti.

keşke bitmeseydi.

sözlük yazarlarının itirafları

gözleri yemyeşildi. parlaklığı hala aklımda. yeşil hep farklı geldi sonra gözlerime. en sevdiğim renk oldu. çimlere uzandığımda dönüp bakınca etrafıma gözleri geliyordu aklıma. pes oynarken yeşile alıyordum konsol rengini şans getirsin diye. lisedeydim. ben 10. sınıftaydım o 9. sınıfta. koridorun hemen yanındaki merdivenlere çıkardım, o da kapıya çıkardı. gözlerine bakardım saf saf. ne zaman bana dönse kaçırırdım utanıp gözlerimi. sonra bir cesaret, dönerdim tekrar ona. ben ona bakardım, o bana. arkadaşlarım gülerdi, ben bakmaya devam ederdim saf saf. okul bahçesinde ne zaman görsem dayanamazdım, yine bakardım öyle hayranlıkla. temiz temiz seyrederdim.

adını sormaya cesaret edememiştim. bir gün herkes çıkınca sınıfına girip internetten buldum adını. ne güzeldi adı. sonra fotoğraflarına baktım doyasıya. geceleri uyumazdım, telefonumdan fotoğraflarına bakardım. ne salakmışım, bir tanesini bile kaydetmedim telefonuma. oysa ne kadar sevmiştim o fotoğrafları. ellerini saatlerce izlemiştim. çok narindi, çok zarif.

pek belli olmazdı ama gamzesi vardı. gamzesi çıkınca yanaklarından, sebepsiz yere ben de gülerdim.

saçları kumraldı ama yazın sarıya çalıyordu. yüz yüzeyken hiç bakamadım saçlarına. ben de bakmaya utandığım için yüzüne, hep saçlarını seyrettim sokaklarda. sırf onu görmek için okula giderdim. okula mutlu giderdim.

onunla utana sıkıla tanıştım. hem de internetten. her konuşmada "seni rahatsız etmek istemem" diyordum. o kadar önemliydi ki onun üzülmemesi, onun mutsuz olmaması benim için; hep kendimden önde tuttum onu. bir gün cevap vermemişti 2 saat. öyle korkmuştum ki anlatamam. saftım ama çok temiz sevmiştim.

konuşmalarımızı her gün okurdum, her satırı ezberimdeydi. her günüm güzeldi benim, her gün mutluydum. dünyanın en güzel kafasını yaşıyordum.

ona yan gözle bakacak olanı öldürebilirdim. benden başkası görmesin istiyordum gözlerini, gülüşünü, gamzesini.

hayatımda gerçekten mutlu hissettiğim anlar oldu benim. o anların çoğu onunla ilgili. sevmedi beni ama bu benim onu sevmeme hiçbir zaman engel olmadı.

10. sınıf çok güzeldi. umut doluydum, mutluydum, o vardı gözlerimin hemen önünde. hem de yanında kimse yoktu. bana bakıyordu bazen. gülüyordu. gamzelerini son gördüğüm yıldı 10. sınıf.

kavga etmemize rağmen doğum günümü kutlamıştı 5 nisan'da. doğduğuma sevindiğim son zamanımdı 10. sınıf. şimdi yaklaşınca doğum günüm, bunları yazmak geldi içimden.

çünkü en son o yıl kutlamıştı doğum günümü.

ne güzel gündü o gün.

ne kadar sevinmiştim.

ne kadar sevmiştim.

ne kadar saftım.

yalnızlık

geçen gün eski entrylerime bakarken bunu burada buldum. şimdi bir tanımını yapsam yine aynısı olurdu. hiçbir şey değiştirmedi zaman bende. sanırım yalnızlık biraz da bu.

(bkz: yalnızlık/#23771935)

insanların karakterlerine yön veren etmenler

küçüklükte yaşanılan her şey. hem de en küçük ayrıntısına kadar.

fikret kızılok

edebiyat müfredat kitaplarını oluşturan komisyonda olsaydım, fikret kızılok'u kesinlikle katardım halk ozanları arasına.

hayatta birkaç şey huzur veriyor zaten. fikret kızılok da bunların başında geliyor.

sözlük yazarlarının itirafları

lise çok güzeldi be.

yüzlerce resim, yüzlerce güzel anı kaldı şimdi aklımda.

safken, heyecan doluyken yaşadığımız o güzel, çok güzel günlerin geri gelmeyeceğini bilmek çok acıtıyor içimi.

sevdiğim kızın beni tercih etmemesini, başkalarıyla birlikte olmasını atlatabilirdim, atlatıyordum. kardeşlerim vardı çünkü yanımda. üzüleceksem de içimi onlara döküyordum. yanlarında ağlayabiliyordum utanmadan. hatta hayatın, sistemin, insanların bende yarattığı umutsuzluğu bile engelleyebilirdim. ama artık yoklar işte.

onlar gittiğinden beri de çok şey değişti. aslında liseden sonra çok şey değişti. çok şey özledim.

saflığımı özledim, tecrübesizce yaşadığım o güzel aşkı, o eğlenceli günleri özledim.

h'la atakumda balkonda oturup denizi seyrederken felsefe yapmayı, birbirimize sevdiğimiz kızları anlatmamızı, gecenin dördünde sahilde dolaşmamızı özledim. trolleyip hiçbir şey olmamış gibi davranmasını özledim. okulda nöbetçilikte beraber saçmalamalarımızı, derslerde müzik dinlemelerimizi özledim.

k gibi ciddi biriyle oturup saçmaladığımız, sahilde onu kolundan çekip koşturduğum, ona derdimi açabildiğim günleri özledim. aynı safta namaz kılmamızı, benimle ilgili yaptığı esprileri, en arka sırada oturup yaptığımız o derin konuşmalarımızı özledim.

b'la tartıştığımız, ona küfrettiğim, onun bana tavır koyduğu günleri çok özledim. okulda atatürk büstünün önüne oturup beraber aşk acısı çektiğimiz günleri, okulu asıp kar topu oynadığımız, ölümüne yol kat ettiğimiz günleri, beraber gizlice piraziz'e gidip cami avlusunda sabahladığımız günleri çok özledim. her gün akşam beni evden alıp beraber tavlaya gittiğimiz günleri özledim. bana "naber gardaş" demesini özledim.

m'le her okul çıkışı sahile inip dolaştığımız; okulda, sahilde beraber deliler gibi güldüğümüz günleri çok özledim. sevdiğim kızın evinin önünde vişne suyu içtiğimiz günleri, moralim bozulduğunda onunla oturup konuşmayı, ondan moral almayı özledim. kızlara yazdığımız, bazen yazamadığımız ama çok eğlendiğimiz günleri özledim. aynı yatakta sıkışa sıkışa yattığımız, tartıştığımız günleri özledim. canımın sıkkın olduğunu öğrenip 15 dakika sonra evimin önünden beni aldığı günü özledim.

m ile her saniye saçmalardık ve kimse bizi anlamazdı. ben o saçmalamalarımızı özledim. milletin bize tip tip bakmalarını, birbirimize kafa atmalarımızı, aynı sırada oturup dersle hiç ilgilenmediğimiz o günleri özledim. haxball'da deliler gibi oynadığımız, takım kurduğumuz günleri özledim. her allah'ın günü pese gidişimizi özledim. illuminati'ye kafayı taktığımız günleri, aralıksız 25 dakika güldüğümüz o dersi özledim. kafamızın hep saçmalıklarda olduğu ve umrumuzda olan tek şeyin de bu saçma ve eğlenceli şeyler olduğu günleri özledim.

i'u zorla sahile götürdüğüm, o ilk felsefi kıvılcımlarımı ona aktardığım günleri özledim. edebi ve felsefi konuşmalarımla onun deyimiyle kafasını siktiğim günleri özledim. dershanede ilk derse asla girmeyip bilardo-pes-sahil üçlüsünü yaptığımız, her şeyi beraber yaşadığımız, yediğimizin içtiğimizin ayrı gitmediği günleri özledim. gece onlarda kalıp sabaha kadar blöf oynadığımız günleri, onu zorla duruşehir'e kadar yürütmemi, bana küfredişini, ona küfretmeyi özledim.

şimdi h ağrı'da, k yozgat'ta, m yalova'da, i da kıbrıs'ta. m'le b da samsun'da ama görüşemiyoruz ki, herkesin derdi başından aşkın.

üzülüyorum. o günlerin geçtiğine üzülüyorum. dağılmamıza, geçmişe asla dönemeyeceğimize üzülüyorum.

saflığımızı, mutluluğumuzu, heyecanlarımızı özlüyorum.

geçmişi, liseyi özlüyorum.